İnsanlar, kısacık bir süre mutluluk gibi görünen gafletin faturasını, iki dünyada da çok ağır öderler.
Bu dünyada, pişmanlığın karabasan gibi üstlerine çöküşü ile ruhun bunalması sonucu, kalplerine çöreklenen iç sıkıntısını, günahın ağırlığının omuzlarına olanca gücüyle yüklenişini hissederler. Oysa ilk zamanlarda nefislerine hoş gelen ilişki, bir süre sonra monotonlaşmaya başlar, daha sonra da bıkkınlık haline gelir. Hele, terazinin iki kefesi birbirini dengeleyemiyorsa…
Günahtan uzak duramayan, ibadetlerinden uzak kalır. Ara sıra ibadete yönelirse de, ondan gereken zevk ve mutluluğu alamadığı için tekrar bırakır. Allah’ın huzuruna hakkıyla çıkamaz. Ezilir büzülür, o huzura kendini layık göremez. Çünkü günahla ibadet bir yerde duramaz. Hakkıyla ibadet edebilmek için tövbe gerekir. Ancak tövbe ettiğinde, tüm hücrelerine kadar huzur, mutluluk ve temizlik duygusu yayılır. İşte o zaman namaz, namaz; oruç, oruç; zikir tam anlamıyla zikir olur. Abtes de arınmayı hissedebilmek içindir, temizlenmek için değil… Öyle olsaydı, teyemmüm olmazdı.
Dünya hayatında haram ağır basınca, beden ikiye bölünür. Ruh ikiye bölünür. Nereye intibak edeceğini şaşırır insan. İkili oynamaktan yorulur, sonunda bir tarafa resti çekiverir. Çocuk, eş, dost, akraba, çevre… Genelde eş tercih edilir, diğeri gider. Aile kutsaldır, vefa ve acıma duygusu vardır.
Kaç yola sapılır, hayat yolunda! Kaç çıkmaz sokağa girilip dönülür! Yol aranır, yoldan habersiz. Yol ararken yol biter, ölüm gafletteyken geliverir.
Kul, kula vesile… Bilen bilmeyene iletecek yasakları, yaşamın karanlık tarafının zararlarını aktaracak.
Yanlış yapmamak da marifet değil.
Marifet; bile bile yanlışta kalmamak, ısrarcı olmamak, kurtulabilmek ve arınabilmek…
alıntı...