Utanıyorum Allah ım..
..Ondört asır önce çekilen eziyetleri hatırlayıp, çekilenleri bilince..
..Saçma sapan sebepleri sorunmuş gibi büyüttüğüme..
..O Allah dostlarının çektikleri onca çileye ve yılmadıklarını düşününce..
..Utanıyorum yıldığım o günlere..
..Sebepsiz üzüldüğüm “çare”li çaresizliklerime..
..İmkansız sandığım her bir şeyi önüme sunulmuş görünce..
..Utanıyorum, kimsem yokmuş gibi yakındığım günlere..
..Annem babam olduğu halde hemde..
..Oysa Sultanlar Sultanının (s.a.v.) ne annesi oldu ne babası..
..Bunun için eziğim ki öyle..
..İmkanım ve zamanım olduğu halde değerlendiremediğim günlere..
..Cahiliye dönemini yaşamışız diye..
..Utanıyorum, uykumu ibâdetime tercih ettiğim gecelere..
..Rabbe en yakın vakit gecedir, bunu bile bile hemde..
..Duanın red olunmadığı, o eşsiz gece vakitlerinde,
..Alnımı seccademde yeterince tutamadım diye..
..Elimi dua için açamadığım gün ve gecelere..
..Utanıyorum, Rabbimin ve Resûlünün (s.a.v.) adını yeterince anamadım diye..
..Yemek yerken, aç kalanları hatırlıyamadığım günlere..
..Bir kaç hurma ile doyan Resûl-i Ekrem’i ve Ashabını bilince..
..Sıkıntıyı dert ettiğim “sıkıntısız” hâlime..
..”Sıkıntı nedir, bilmedik ki..” gerçeğini bilince hemde..
..Şükretmeyi unuttuğum anlara, acziyetime..
..Her şeye utanıyorum işte..
..Kusursuz ni’metlerle yaşadığımız için şükredeceğimize,
..Ni’metleri görmeyen körlerden oldum diye..
..Utanıyorum, her yeni bir kıyafet aldığımda,
..Senelerce aynı kıyafetiyle dolaşanları göremedim diye..
..Utanıyorum aynaya her bakışımda..
..Kusursuz yaratıldığımızı farkedemiyoruz diye..
..Utanıyorum, bilmediklerimi şimdi bilmeye,
..Görmediklerimi şimdi görmeye..
..Çok utanıyorum Allah ım.!
..Senden bir şey istemeye..
..Derim hep, “istemek” benden, vermek “isteme hissini verenden” diye..
..Şimdiye kadarki hiçbir isteğimi bu kadar eziklikle istemedim..
..Rabbim, dünyada utandım, Ahirette utandırma..
..Huzurunda utandırma...
..Yine de utanıyorum isterken..
..”Ben lâyık mıyım diye..
..İlâhi, Sen içleri en iyi bilensin..
..Affet, merhamet et..
..Azabından koru..
N’olur beni dostluğuna kabul et
Yüreğim ne kasırgalar geçirdi,ne boranlar kopardı dost dediklerinden dostum dediklerinden .Bu yüreğim nicelerini dost bildi,bâki dostu bilmeden,”Onu” yüreğinin derinliklerinde hissedemeden…
Dilim bunları söylerken ,gönlüm tarifi imkansız haykırışlarda,”Seni”arayışta.
Dost dedikleri nasıl bir şeydir ki,benim serhad gibi yüreğimi birden sallandırdı.Dost dedikleri nasıl bir duyguyduki,gönlümü Hz.Yusuf (a.s)’un kuyuda tutsak olduğu zaman gibi yakarışta, o zaman gibi hüzünlü tâ ki Senin dostluğuna kavuşana kadar.Dost dedikleri aşk yüreğimde nasıl bir kordur ki ,yüreğimi Mecnun’un yüreğinde yanan ateş gibi kor,o ateş gibi Sana muhtaç kılan.
Peki neydi insanı bu kadar duygu yoğunluğuna iten,insana şiirler yaztırtan?Ya da nasıl bir duyguydu ki Sana içten seslendiği vakit nemlenen gözleri yaşartan,yüreğimize manevi iklimler saçan?
Bunu nasıl anlatabilirim ki?
Çünkü bu diller lâl oldu.Seni anlatamamaktan,Seni Mecnun’un aradığı gibi arayamamaktan.
Ey yüreğimizdeki tarifi imkansız Dost!
Sana yöneldim,Sana haykırıyorum.Biliyorum Senin dostluğuna lâyık değilim amma ümitvârım,Dostluğunun limanındayım aç yelkenleri aç tâ dostluğuna geleyim.
N’olur beni dostluğuna kabul et.(Âmin)