En son en zaman başınıza bir musibet geldi; ne zaman acılar içinde kıvrandınız? Niye hep ben, diyor musunuz aşılmaz, onulmaz sandığınız bir derde maruz kalınca. İsyan yelkenlerini hemen indiriyor musunuz, yoksa denizin sakinleşmesini bekliyor bir yandan da sabır tesbihini mi çekiyorsunuz dualarla?
Musibetler, dertler, acılar, yokluklar neden hep bizi bulur diye hayıflanırız çoğu kere. Hâlbuki dertlerin de nimet olabileceği nedense hiç aklımıza gelmiyor. Belki gözümüzü başka bir aleme açacak kapıdır bu dert sandıklarımız. Bizi uyarmaya gelmişlerdir. Ya da “Şişt; ne oluyor sana; aslını unutma, ödevlerini unutma” demek istemişlerdir.
Ayazın nefes dahi aldırmadığı dağ başında karlarla mücadele halindesiniz diyelim. Yanınızdaki size küçük musibetlerle dokunuyor. Belki çimdik atıyor, belki tokat atıyor. Peki neden? Derdin daha büyüğüne kapılıp gitmeyin diye; uyuya kalıp da soğuktan donmayasınız diye… Gözünüz bu dünyaya hep açık dursun diye, bilinciniz yerinde kalsın diye… Kim olduğunuzu, nereye gidip nereden geldiğinizi unutmayasınız diye… Belki tokat atar belki tekme! Bu zahirde, görünüşte birer küçük musibet gibi görünen hareketlerin olmadığını düşünün, ne olur sonunuz? Elbette uyku uyuma isteği başlar, uykuda daha çok savunmasız kalan zayıf ve aciz bedeniniz soğuğa yenik düşerek can emanetini Azrail meleğine teslim eder.
İşte bunun gibi belki dert, sıkıntı, musibet sandıklarımız Rabbimizin bizi gaflet uykusuna dalıp da dünya ölülerinden olmayalım diye göndermiş olduğu küçük uyarılar neden olmasın? Sizi Zat'ına bağlayan, birkaç dua cümlesi iki damla gözyaşı ile "kul" olma makamına çıkartan ikramlar neden olmasın? Ya da “bu şekilde hayat sürme; kendine gel!” türünden ve dikkat edilmezse büyük belaların habercisi olabilecek bir uyarı neden olmasın?
Anlatırlar ki Rabbimiz Firavun’a yüzyıllarca yaşayan Firavun’a bir baş ağrısı dahi vermemiş. “Uzun ömründe sapasağlam yaşasın, dua edip de sesini Bana duyurmasın” diye. Yani musibetler de her kula nasip olmasa gerek. Ancak Rabbimizin kendisinden ayırmak istemediği, gönlünü Zat'ından yana çevirmek istediği ender kullarına verdiği bir lütuf belki.
Küçük musibet büyük musibeti önler denir ki, bu da işin diğer boyutu. Küçük bir dersten akıllanan insan aynı tür ya da benzeri bir olayla karşılaştığı zaman tecrübesini devreye sokar ve küçük dersten, büyük musibetten edindiği deneyimle başını büyük beladan koruyabilir. Ya da küçük musibet belki günahlara kefaret olacaktır bu vesileyle bir başka büyük imtihana gerek kalmayacaktır.
İşte tüm bu düşünceler insanın yaşadığı olaylara karşı bakışını farklılaştırır. Bozulmaya yüz tutan insan halet-i ruhiyesini dengede tutmaya yarar. Zaten İslam’ın da korumak istediklerinden biri de bu değil mi? İman ile dünyaya bakan asla teessür olmaz. Her işte bir hikmet ve hayır arar ve bulur. Somut mükafatını ise Rabbimiz dilerse belki bu dünya da ama ahrette mutlaka verecektir.
Kul olmanın sırrına binaen yapılacak en güzel davranış olaylara ilk başta gereken sabrı gösterip alınması lazım gelen dersleri alarak hayatı okumaya devam etmektir. Yoksa en küçük tepede yorulursak, yoldan dönmeye kalkarsak veya da o tepeye kızarsak, küçük engel sebebiyle kendimizi üzersek insana verilen pek çok kerameti kullanamamış oluruz.
Musibetlerin bir sam yeli edasıyla olgunluğunuza olgunluk katarak sizi kemâlat derecesinde tatlandırması duasıyla…